1. Bölüm “Kar kadar saf, buz kadar tehlikeli”
- tugcehymn
- 16 Eyl 2024
- 10 dakikada okunur
Dileğim kabul olmuş muydu?
Karanlığın içinde ipek bir şal gibi süzülürken başımdan geçenleri düşünmeden edemiyordum. Hayatım hangi noktada karanlığa doğru yol almaya başlamıştı? General Dian’a âşık olmamla mı? Yoksa hayatımı devam ettirmek için seçtiğim yolla mı? Belki de her şey Ashina'da yetim olarak dünyaya gözlerimi açmamla başlamıştı. Hangisi hataydı bilmiyordum ama binlerce ölen insanın kanları ruhumda lekeydi.
Doğduğum topraklarda soy önemliydi. Yetim olmak şansızlıktı. Soyu olmayan bir yetim olmaksa lanetlenmekle aynı sayılırdı. Nerede ve nasıl bulunduğumu bilmiyordum. Bunu hiçbir zaman sormamıştım. Soracak olsam da cezadan başka bir karşılık almayacağımı biliyordum. Eğer bir yetimsen yapabileceğin şeylerin sınırları vardı.
Bir yetim, soylu bir aileye gelin gidemezdi ya da damadı olamazdı. Soyu belli olmayan birini kimse çadırına hizmetçi olarak bile kabul etmezdi. Erkekler asker olarak yetiştirilir ve imparatorluğun ordusunda ölüme yürürlerdi. Kadınların ise iki yolu vardı. Birincisi erkekler gibi askeri eğitim alabilir, orduya katılarak savaşa gidebilir ya da cariye olmayı seçerek erkeklerin sonu gelmez zevklerine hizmet etmek için ruhlarını kaybederlerdi.
Ben cariye olmayı seçmiştim.
Zayıf bedenimin ağır askeri eğitime dayanamayacağını biliyordum. Bildiğim diğer şeyse güzel bir yüze sahip olduğumdu. Daha küçük yaşta bile insanların hayran bakışlarına maruz kalıyordum. O zamanlar benim gibi yetim olan Jutan ve Sowa arkamı kolluyordu. Onları hatırlamak acıyı hatırlamama neden oluyordu. Öldükleri ana kadar beni korumak için ellerinden geleni yapmışlardı. Son anımız aklıma geldiğinde beni saran karanlığın daha da yoğunlaştığını hissettim. Jutan ve Sowa beni cehenneme dönen saraydan kaçırmak için uğraşmışlardı ama yine de bizim için ölüm, bir zamanlar uğruna canımı verebileceğim adamdan gelmişti.
Jutan, Sowa, doğmamış bebeğim... İntikamı alınacak ne çok hayat vardı. Bilmeden bir caninin güç kazanmasına yardım etmiştim. Unutulan Ulular benden intikamlarını bu şekilde almış olmalılardı.
O an karanlık bir perde gibi aralandı ve bir çift sarı göz belirdi. Bu gözleri ölümümden önce gördüğümü hatırlıyordum. Bana yardım edebilmiş miydi? Bu karanlıkta ne kadar daha süzülmem gerekiyordu? Gözler bana yaklaştıkça şiddetli bir rüzgâra kapılmış gibi savrulmaya başladım. Yoksa halkımızın masallarda bahsettiği gibi intikam isteğim yüzünden ruhum bir Albas'a mı dönüşüyordu. Tek istediğim o adamın ruhunu yok etmekti.
Karanlığın içinde bana bakan gözler her şeyi görüyor gibiydi. Sonunda gözler her yanımı sardığında sesini duydum.
“Anlaşmamızı asla unutma,” dediğinde sanki uçurumdan atlamış gibi birden düşmeye başladım. Sesten uzaklaştıkça panikliyordum. Ufak bir yanım bana unutmamamı söylediği anlaşmayı hatırlamaya çalışıyor ama başaramıyordu.
Düşmeye devam ederken anılara tutunabilmek daha zor oluyordu.
Düştüm, düştüm, düştüm.
Artık bir yere varamayacağımı düşündüğüm an biri bana güçlü bir yumruk atmış gibi irkildim. Artık düşmüyordum. Güçlü bir gümbürdeme sesi duyuyordum. Durmaksızın devam ediyordu. Birkaç saniyenin ardından bunun durmuş olması gereken kalbim olduğunu anladım.
Yaşıyordum.
Gerçekten hayata geri dönmüştüm.
Kulaklarımın uğuldamasına neden olan sese eşlik eden mide bulantısıyla bilincim yavaş yavaş yerine geliyordu. Gözlerim kapalıydı. Yeniden o ormanda gözlerimi açmaktan korkuyordum ama üzerinde yattığım soğuk zemin ve yüzüme minik öpücükler gibi dokunan kar orada olmadığımı kanıtlıyordu. Dian'ın acımasızca kılıcını sallayışı sanki bir saniye önce olmuş gibi aklımdaydı. Nefretimin sınırı yoktu. Onu hemen öldürmeyecektim. Ona daha büyük zararlar vermek istiyordum.
Artık yaşadığıma göre ondan intikamımı almama hiçbir şey engel olamazdı ama önce gözlerimi açıp nerede olduğumu anlamalıydım.
Gözlerimi aralamamla gri gökyüzünü görmem bir oldu. Gözlerim ebedi istirahatime kapanırken olduğu gibi ne çimen ne orman ne de mavi bir gökyüzü vardı. Hsien İmparatorluğu’nun topraklarında değildim. Yüzüme yağmakta olan kar ve üzerinde yattığım soğuk zemin oldukça tanıdıktı. Burası benim büyüdüğüm topraklardı.
Ashina topraklarına geri gelmiştim. Sadece ikinci bir hayat edinmemiştim, zamanda geriye de gelmiştim çünkü bu toprakların yok olduğunu biliyordum. Ejderha'nın gözlerini eline alan Dian, önce kendi topraklarını yok etmekle işe başlamıştı.
Ormanda bana yardım eden o adam, gerçekten unutulan Ululardan biri miydi?
Doğrulup otururken göğsümdeki keskin acı nefesimin kesilmesine neden oldu. Elimi göğsümde acıyan noktaya bastırdım ve yarayı aradım. İşte o an üzerimde olan siyah kıyafetleri gördüm. Bunlar eğitimdeki asker adaylarının giydiği kıyafetlerdi. Askerlik eğitimi almadığım için hayatımda bir kez olsun bu kıyafetleri giymemiştim. Sadece o da değil, kendimi tuhaf hissediyordum. Sanki bedenimde farklılıklar vardı.
Sonra nerede olduğumu fark ettim.
Üzerimde asker kıyafetleri ve nasırlı ellerimle buz çölünün girişinde oturuyordum. Çok değil biraz ilerimde bir buz solucanı olan Allghoi'nin boğum boğum olan cansız bedeni yatıyordu. En iyi kılıçtan bile daha keskin dişleri aralık ağzından görünüyordu. Onu görmek dehşete düşmeme neden oldu. Her Ashinalı buz çölünün tehlikesini bilirdi. Buz çölü ölümü arzulayan zayıf insanların gideceği yerdi. O hâlde ben burada ne yapıyordum? Fikir edinmek için etrafımda olan bitene dikkatimi verdim.
Bulunduğum yerin biraz ilerisinde bir karmaşa hâkimdi. Benim yaşlarımda aynı kıyafetleri giyen iki genç adam yerde kırmızı ipekler içinde yatan bir kadına sesleniyor, onu kaldırmaya çalışıyordu. Kadının sadece kolunu görebiliyordum ama onu her sarstıklarında elinin de sarsılmasından kendinde olmadığını anlayabiliyordum. Ağrılarıma rağmen oturduğum yerden kalktım. Yeniden ileriye baktığımda gördüklerim karşısında gözlerim ardına kadar açıldı.
Orada yatan bendim. Benim bedenimdi. Dudaklarımdan çıkan acı dolu haykırış diğerlerinin seslerine karıştı. Korkuyla geriye doğru sendeledim. Güçsüz dizlerim beni yarı yolda bıraktığında kendimi yeniden yerde buldum.
Artık o iki gencin kim olduğunu biliyordum.
“Ayana,” diye acıyla bağırdı yeniden o tanıdık ses. Jutan.
Yerde yatan bedenime o kadar odaklanmıştım ki yakamdan tutana kadar birinin bana yaklaştığını fark etmedim.
Gözlerim Sowa’nın öfkeyle kasılmış yüzünde gezindi. “Ondan ne istiyordun. Neden onu buraya sürükledin? Lanet olsun,” diye bağırdı öfkeyle. Sesi sanki göğsümde gümbürdüyordu. Sowa, beraber büyüdüğüm dostum koyu gözlerinde nefretle bana bakıyordu.
Ne zaman biri canımı sıkmaya kalksa o kişiye baktığı gibi bakıyordu. Buna ölüm maskesi derdik. Böyle ifadeyle baktığı biri yara almadan kurtulamazdı. Onun bu ifadesi beni korkutmuyordu. O sırada onun yaşıyor olmasına seviniyordum. Ölmeden önce beni koruyacağını söyledikten sonra başının ayaklarıma yuvarlanışı zihnimde tekrarlanıp duruyordu. Şimdi ise kanlı canlı karşımdaydı. Parmakları beni boğmak için boğazımı sarıp sıkarken hayatta olmasına seviniyordum.
Görüşümün bulanıklaşmasından bayılacağımı sandım ama bunlar gözyaşlarıydı. Bir tanesi yanaklarımdan süzüldüğünde diğerleri de onu takip etti. Sowa'nın boğazımı sıkmasına aldırmadan -o an beni öldürse bile umursamazdım- kaldırdığım elimi şefkatle yanağına koydum. O an ifadesi buz gibi parçalandı ve gözleri şaşkınlıkla irileşti.
Zorda olsa biraz nefes alıp gülümsemeye çalıştım. “Yaşıyorsun,” dedim. Daha fazlasını da söylemek istemiştim ama boğazımı sıkan eli işini iyi yapıyordu. Nefesim kesildi. Bayılmadan önce gördüğüm son şey Sowa'nın nefret ve şaşkınlığın birbirine karıştığı ifadesi oldu.
***
Yutkunmak öyle canımı acıttı ki gözlerim bir anda açıldı. Elim hemen boğazıma gitti. Boynumun çevresindeki dokunun hassaslaştığını sargının üzerinden bile anlayabiliyordum. Boğazımı sıkarken Sowa tüm gücünü kullanmış olsaydı çoktan uçmağda olurdum. Kim bilir yaptıklarım yüzünden ölümden sonraki ebediyetim tamagda olabilirdi.
Ağzım kurumuştu, boğazım acıyordu. Halimden memnundum. Arkadaşlarımın yaşadığını görmek beni mutlu etmişti. Üstelik Yeniden hayata dönmüştüm ama kendi bedenimde değildim. O hâlde kimin bedeninde ikinci bir hayat elde etmiştim? Sowa'nın tavrından dolayı kim olduğuna dair bir tahminim vardı ama bunu kanıtlamaktan korkuyordum. Titreyen elimi sol gözümün altına götürdüm ve parmaklarımın ucuna değen pürüzle beraber gözlerimi sımsıkı yumdum.
Bu nasıl mümkün olabilirdi?
Onca seçenek varken neden herkesin nefret ettiği Turina Siah'ın bedeninde ikinci bir şans elde etmiştim?
Yattığım sedirden kalktım. Yaşadıklarıma rağmen kendimi güçsüz hissetmiyordum. Kendi bedenime ne olduğunu öğrenmeliydim. Bu yüzden çadırın çıkışına doğru ilerledim. Çadırın girişindeki kilime uzanan yara içindeki el titriyordu. Bu el artık benimdi.
Turina Siah yabani biriydi. Hiçbir zaman arkadaş edinmemişti. Bunun en önemli nedeni, ne zaman biri kurallara aykırı bir şey yapsa bunu hemen görevlilere yetiştirmesiydi. Bir ispiyoncu olarak ünlenmişti. Aynı çadırda yetiştiğimiz yıllar boyunca onunla bir kere bile konuşmamıştım. O hâlde neden buz çölünün girişinde beraberdik?
En önemlisi ben Turina'nın bedeninde istediğim intikamı nasıl alacaktım?
General Dian’dan intikam alabilmek için cariye olarak saraya girmeli ve o çok istediği şeyi almalıydım. Bu kadının cariye olarak saraya girmesi imkânsızdı. Yabani olduğu kadar bakımsızdı. Mide bulandırıcı kokusunu alabiliyordum. Pas rengindeki saçları kısa ve her zaman keçe gibi olurdu. Kafamdaki ağırlığa bakılırsa şimdi de farklı değildi. Yüzünün sol tarafında alnında başlayıp gözünün tam altında biten yara izi vardı. Bizden büyük olanlar onun bir gün kanlı yüzüyle çadırın girişinde belirdiğini anlatırdı. Kimse o yaranın neden olduğunu öğrenememişti. Buz rengi gözleri ve vahşi tavırlarıyla insanları kendinden uzak tutardı.
Artık bana ait olan el hâlâ kilimi tutuyordu. Kimin çadırında olduğumu bile bilmiyordum. Etrafta çok az eşya vardı. Sowa'nın elinde bayıldıktan sonra biri beni buraya getirmişti. Dışarı çıkmadan bir şey öğrenemeyecektim çünkü Turina'nın zihninde benimkiler dışında tek bir hatıra yoktu.
Zihnimde olanları düzenlemeye çalıştım. Benim gibi yetim olan Turina Siah'ın bedenindeydim. Suwo'nun halini düşününce on yedinci mevsimlerimizi yaşıyor olmalıydık. Bu da imparatorluğa cariye gönderildiği zamanın yakın olduğunu gösteriyordu. Ayana öldüğüne göre artık gönderilecek bir cariye kalmamıştı. Soylu aileler kızlarını cariye yaparak adlarının aşağılanmalarına izin vermezdi. Benden daha az mevsim gören yetim kızlar da uygun değildi.
General Dian'ın şimdi ne yapacağını merak ediyordum.
Çadırdan çıkarak olayları bir şekilde lehime döndürmeliydim. Bu yüzden derin bir nefes alıp kilimi araladım ve çıkmak için adım attım.
Kaldığım çadır, çadırların konumuna göre en dış çemberdeydi; bir yetimin olması gereken yerde. Herhangi bir saldırıda ilk feda edilecek insanlardık. Bu kaderi biz seçmemiştik. O hâlde neden sonuçlarını biz çekmek zorunda kalıyorduk?
Çadırların arasında yürümeye başladım. Gözlerimi açtığım çadır Turina’nın çadırı olmalıydı. Turina’nın birçok düşmanı vardı. Sakin ve tedbirli olmalı, adımlarımı dikkatli atmalıydım. Tek bir hata ikinci şansımı yok edebilirdi. Çadırların arasından meydana doğru ilerledim. Pazardaki tezgâhları gördüğümde bir cariyenin ölümünün ardından hayatın devam ettiğini fark ettim.
Yas bayrakları yerine kırmızı fenerler asılıydı. Festivalin gelişini kutluyorlardı. O hâlde cariye ve haraçların Hsien İmparatorluğu'na gitmesine iki haftadan az zaman vardı. Yeterli zamanım yoktu. Eğitimini tamamlamamış bir asker, görevlendirilmediği için kafilelere katılamazdı. Cariye olarak da gidemeyeceğim ortada olduğuna göre saraya gitmek için başka bir yol bulmalıydım.
General Dian çok geçmeden kafileyle ayrılmak zorundaydı ama artık imparatorluğa sunacağı bir cariye yoktu. Benim için ise geride kalmak bir seçenek değildi. İntikamımı alamayacağım gerçeği bir yana iki dostum kendilerini topladıkları an beni öldürmek için peşime düşeceklerdi. Onlara göre Ayana'nın katili bendim. En iyi ihtimal, neden buz çölünde olduğumuza dair benden bir açıklama isteyebilirlerdi. En kötü ihtimal ise tek kelime etmeden yaşamıma son vermeleri olurdu. Onlardan olabildiğince uzaklaşmalıydım.
İçgüdülerim birden haykırmaya başladığında düşünmeden hızla arkamı döndüm. Bana doğru uzanan elden ilk hamlede kurtuldum ama ikinci hamlede kolumu sıkıca kavradı. Reflekslerim bir an şaşırmama neden oldu. Turina oldukça iyi bir asker olmalıydı. Kolumu kavrayan kişiye baktığımda damarlarımdaki kanın donduğunu hissettim.
İntikam almak için yanıp tutuştuğum adam karşımdaydı. Tek tek örgülü saçları ensesinde topluydu. Her zaman sevgiyle baktığını düşündüğüm ela gözleri şimdi şüpheyle bakıyordu. Beni öperken içimi titreten dudakları nefretle kasılmıştı. Tenimin her bir noktasını okşayan güçlü parmakları bir mengene gibi kolumu sıkıyordu. Tamag’dan kaçan bir iblis gibi iri bedeniyle beni baskılıyordu.
“Asker Turina, beni takip et,” dedi insanı korkuyla titreten gür sesiyle.
Kolumu bıraktığında geri çekilmemek için irademi son damlasına kadar kullandım. İçimde beni yakıp kavuran ateş ve buzun soğuğunu aynı anda hissediyordum. Gitmek için arkasını döndüğünde elimde sanki bir hançer varmış gibi parmaklarım kasıldı. Ona kolay bir ölüm bahşetmeyecektim. O yüzden peşinden ilerledim.
Onu takip ederken Turina ve Dian arasındaki ilişkiyi çözmeye çalışıyordum. Önceki hayatımda onların birbirini tanıdığına dair bir bilgim yoktu. Üstelik ben imparatorluğa gitmeden önce Turina ortalıktan kaybolmuştu. Herkes onun kaçtığını düşünmüştü. Bazen yetimler asker olmanın ağırlığını kaldıramaz ve yeni bir hayat kurabilmek adına buz çölüne kaçardı. Ya çölü geçiyor ya da orada ölüyorlardı. Kimse onların başına ne geldiğini bilmiyordu. Dedikoduları duyduğum zaman şaşırdığımı hatırlıyordum. Onunla ilgili anılarım bu kadardı.
General Dian’la konuşurken dikkatli olmalıydım. Turina’yla nasıl bir ilişkileri vardı, bilmiyordum. Adımlarını takip ederken çadırlardan uzaklaştık. Kuru ağaçların heybetli dallarının neredeyse gökyüzüne ulaştığı ormana girdik. İlerleyişimiz bizi insanlardan uzaklaştırdıkça endişem de arttı. Onunla en son ormanda olan görüşmemiz benim için iyi gitmemişti.
Sonunda General Dian yürümeyi bırakıp bana döndüğünde ela gözlerinde sanki alevler vardı.
“Neden buz çölünde Ayana’yla görüştün?” diye sordu ondan duymaya alışkın olmadığım bir tavırla.
Beynim hızla bahane üretmeye çalışıyordu. Gördüğüm askerleri taklit ederek ellerimi arkamda bağladım. “Cariye Ayana benimle konuşmak istediğini söyledi ve buz çölünün girişine çağırdı ama ne olduğunu söyleyemeden saldırıya uğradık,” dedim hızlıca. General Dian benim söylediklerime inanmak zorunda kalacaktı. Ölüler konuşamazdı. O an için Ayana'nın beni çağırdığını söylemek en mantıklı hareketti.
Kaşları çatıldı. “Neden seninle konuşmak istesin?”
Basit gerçeklerle devam edecektim. Gözlerine bakarak “Bilmiyorum,” dedim.
Bir iki adım atarak bana yaklaştı. “Bana her zamanki gibi haber vermen gerekirdi ama yapmadın. Neden?” Gözlerindeki bakış bir insanın taş kesilmesine neden olabilirdi. Cevap vermemi beklerken elini kılıcının kabzasına koydu. Beni öldüren kılıçtı. Ona bakmak, buzdan öfkemin ruhumu dondurmasına neden oluyordu.
Kendimi cevap verecek kadar toparladım. “Size haber veremedim çünkü vakit kaybetmek istemedim. Önce ne konuşacağını bilmenin önemli olduğunu düşündüm.”
Verdiğim cevabı başını sallayarak onaylasa da Dian’ın gözlerindeki şüphe hâlâ silinmemişti. “Yaptığımız plandan mı haberdar oldu?” diye sordu.
Sorusu şaşırmama neden oldu. General Dian’ın benim hakkımdaki planlarına Turina’da mı dahildi?
Arkamda duran ellerim yumruk halini aldı. “Sanmıyorum,” dedim karşımdaki katilimin içini rahatlatmaya çalışarak. Dian’a bakarken onun oyununa nasıl olup da kandığımı düşünüyordum. Aşk bu kadar aklımı başımdan almış mıydı? Gerçek yüzüne bakarken istediğini elde etmek için her maskeyi takabilecek bir adam görüyordum. İntikamım için nefretimi gömmem gerekse bile bunu yapacaktım.
“Onun ölümü iyi olmadı. Bana sarayın derinliklerine sızacak bir cariye lazımdı. Askerler iç saraya giremez ve iç saraydaki hizmetçiler konusunda çok dikkatliler ama bir cariye iç saraya rahatlıkla girebilirdi.”
Onu dinlerken daha iyi anlıyordum. İmparatorluğa cariye olarak gitmeden önce bana aşkını itiraf eden adam sahteydi. Onun gözünde araçtan başka bir şey değildim. Eğer içimde öfke dışında bir duygu olsaydı kesin ağlardım!
Planı hakkında düşünmeye başladı. Bana arkasını dönüp bakışlarını gökyüzüne diktiğinde belimdeki hançeri sırtına saplamayı düşündüm. Parmaklarım hançerin kabzasını sımsıkı sardığında bunun yapılabilecek en doğru hareket olduğuna dair kendimi ikna etmek üzereydim. İçimdeki ses bana bir tuhaflık olduğunu söylüyordu. Dian gibi bir asker yanında kim olursa olsun ona sırtını dönmezdi.
Beni deniyor olabilir miydi?
Turina’nın Ayana’yla buz çölünde olması onun içindeki şüphe tohumlarını yeşertmeye yeterdi. Dian gibi adamlar kolay kolay kimseye güvenmezdi.
Dian arkasını dönmeden elimdeki hançeri ona sunarak dizlerimin üzerine çöktüm.
“Eğer benden şüphe ediyorsanız bu hançerle hemen canımı alın,” dedim kendimden emin bir sesle.
Beni öldürmeyeceğini biliyordum. Dian işine yaradığı sürece insanları öldürmezdi. Turina onun planları hakkında çok şey biliyordu. Bu yüzden bir oyun oynayacak olsam da şansımı denemeye karar verdim. Kafamda bir plan şekilleniyordu. İmkânsıza yakın olsa da birkaç pürüzü giderdikten sonra harika işleyecek bir plandı.
Dian hançeri almak için hareket etmeyince konuşmaya devam ettim. “Cariye olarak beni gönderin,” dedim Dian’ın gözlerinin içine bakarak. “Eğer beni gönderirseniz planlarınızı sorunsuz yerine getirebilirim.”
Yaptığım teklifle Dian'ın gözleri bir an için parladı. Ardından gözleri Turina'nın sahip olduğu yaraya kaydı. “Başka bir şansım yok gibi görünüyor.” Bakışlarından çoktan bana değer biçmeye başladığını görebiliyordum. Gördüklerinden memnun değildi ama dediği gibi başka şansı yoktu. “Önce büyü edinmemiz gerekecek,” dedi sakince.
Cevap olarak başımı salladım. Büyü Ashina topraklarında nadir bulunurdu ama Dian’ın bir şekilde istediğini elde edeceğini biliyordum.
“İki hafta içinde sana on yıllık cariye eğitimini nasıl vereceğimizi bilmiyorum,” dedi pes etmek üzereymiş gibi. Belki de işine yaramayacağımı düşünmeye başlamıştı.
“Hızlı öğrenirim,” dedim kendimden emin bir sesle. Belki birazda telaşlı davranmıştım. Beni reddedeceğini düşündüm ama Dian'a baktığımda onu ikna ettiğimi anladım. Çaresizdi. O an Turina’nın da görevini yerine getirdikten sonra öldürüleceğini anladım.
Başını ağır ağır salladı. “Bir cariye daha bulamayacağıma göre seni denemekten başka şansım yok. En azından diğer zavallının sadakatini kazanmak için yaptığım gibi âşıkmış gibi davranmak zorunda değildim.” Bana doğru eğilip keskin bakışlarını gözlerime dikti. “En azından senin sadakatinden eminim.”
Söyledikleri yüzünden titreyen bedenimi sakinleştirmeye çalışırken diz çöktüğüm topraktan kalktım. Keskin soğuk karla ıslanan bacaklarımı sızlatıyordu. Ayağa kalkarken nefretim soğukkanlılık kazanmamı sağladı. Yüzümü ifadesiz tutabiliyordum. İntikam arzum içimi buzdan bir çöle dönüştürmüştü.
“Sizin için elimden geleni yapacağım,” dedim fazla hevesli çıkmasına özen gösterdiğim sesimle. Fanatik bir takipçi gibi görünmeyi hedeflemiştim. Dian'ın çoktan ikna olduğunu görebiliyordum.
Onun için elimden geleni yapacaktım ama çabalarım ona güç kazandırmayacaktı. Onun sonunu hazırlayacaktım ve bunu hazırlarken büyük zevk alacaktım.
Bu kitabınızın bir kısmını daha önceden wattpad a okumuştum gerçekten çok güzeldi o kadar güzel işlemişsin ki etkilenmemek elde değil umarım herkese senin yazılarını okuma şansını verirsin...seviliyorsun lütfen yazılarından ve videolarından bizleri mahrum etme