top of page

Doktorun Karısı 2. Bölüm

  • Yazarın fotoğrafı: tugcehymn
    tugcehymn
  • 27 Kas 2024
  • 8 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 2 Ara 2024

Çocukların odası olduğunu düşündüğüm yere adımımı attığımda karşılaştığım manzara bir an duraklamam neden oldu. Bir çocuk odasından beklemediğim kadar soğuk ve kasvetli bir odaydı. Karşılıklı iki yatak ikizlere aitti ve odada yüz yıkamak için ibrik ve porselen kap ile bir dolap vardı. Çocuk odasından ziyade mahkûm odasına benziyordu. Addie Ruth'un sahip olduğundan daha sade bir odaydı.


Ama asıl şaşıracağım manzara çocuklara döndüğümde gördüğümdü. Allan, Clara ile ikizdi ve onun önüne geçmiş sanki onu birindne korumak ister gibiydi.

Tam olarak benden. 


"Onun bir suçu yok Bayan Addie sizin düşmenize ben sebep oldum beni cezalandırın," dedi tiz ve korkmuş sesiyle ama gözleri cesurca bana odaklanmıştı. Elleriyle yüzünü kapatan kardeşini arkasına saklamış ve masallardaki canavardan korur gibi önüne geçerek suçu üstleniyordu. 

Bir an kalbimin acıyla burulduğunu hissettim. Bu çocuklar neler yaşamıştı böyle. 

"Düşmeme sebep mi oldun," dedim sakin bir tavırla. Sonra onlarla aynı boyda olmak için yavaşça eğildim ama bu hareketim Allan'ın irkilmesine, Clara'nın ise dudaklarından korkulu bir inilti çıkmasına neden oldu. 

Durum tahmin ettiğimden daha vahimdi. 

"O gün neler oldu bana anlatabilir misiniz çocuklar, sonrasında kim suçlu değil karar verelim," dedim ve onların yataklarından birine oturdum. Onlara da karşımdaki yatakta oturmaları için işaret ettim. İkisin de beni tekrarlatmadan hemen karşıma oturdular. Bunu bana olan sevgi veya saygılarından yapmamışlardı. Onları harekete geçiren saf korkuydu.

"Evet sizi dinliyorum," dedim olabilecek en sakin sesimle. Gülümsemeyi de ihmal etmedim ama benim gülümsemem çocukların daha çok titremesine neden olunca bundan vazgeçtim. Verilen hasarı onarmam tahmin ettiğimden daha zor olabilirdi.

Allan önce kardeşine baktı ama kardeşi ağlıyordu ve elleriyle yüzünü kapatmıştı. İçimden ona sarılmak ve korkacağı bir şey olmayacağını söylemek geliyordu ama bunu Addie Ruth yapınca çocukların daha çok korkacağına emindim. Bu yüzden adım adım ilerlemem gerektiğini kendime hatırlattım. 

"Bizi göle götüreceğinizi söylediniz. Bayan Blake," dedi usulca. Ellerinden bir tanesi kardeşine doğru uzanmış ama sonra yeniden kucağına koymuştu. "Size göle gitmemizin yasak olduğunu söyledik ama babamızın izin verdiğini söylediniz."

Başımı ağır ağır salladım. Ne bir anı vardı zihnimde o güne dair ne de okuduğum romandan bir bölüm. Bu çocukların bile yaramaz olması lazımdı ama karşımda korkudan titrerken bu nasıl mümkün olabilirdi? Addie Ruht yasak olduğunu bile bile neden onları göle götürmüştü. Aklıma gelen düşünce ile birden nefesim kesildi. Tanrım, düşündüğüm şey için onları göle götürmüş olamazdı değil mi?

"Sonra gölün kıyısına geldiğimizde Clara'yı göle girmesi için ikna etmeye çalıştınız ama girmek istemeyince onu sürüklediniz. Ben.. Ben sadece kardeşimi korumak istedim sizi ittim ve hatalıydım. Lütfen sadece beni cezalandırın."

Allan'ı cesaretinden dolayı tebrik etmek istedim. Bir çocuk olmasına rağmen yetişkin bir insan gibi konuşuyordu. Clara ise ağlarken dudaklarından bir hıçkırık kaçmış sonrasında korkudan açılmış gözlerle bana bakmıştı. Ne yani Addie Ruth denilen kadın ağlamalarını da mı yasaklamıştı. 

Derin bir nefes alıp yavaşça verdim. Onlara beni itmelerinde bir sorun olmadığını söylersem sorun çözülür müydü? Ah bu iyilik benden gelince çocukların buna inanmayacağından emindim. Bir süre düşündüm. Sonra onlara tebessüm ederek baktım. 

"Şöyle yapmaya ne dersiniz çocuklar? İlk ben sizden birini itmeye çalıştığıma göre. Siz benim yaptığım şey için beni affedin bende senin yaptığını affedeyim Allan. Nasıl bir anlaşma?"

Allan konuşmadan önce iri kahverengi gözlerini gözlerime dikti. O küçük haliyle ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyor gibiydi. Sonra kararsız bakışlarını Clara'ya çevirdi. Kardeşi ıslanmış ve kızarmış yüzüyle ona baktı. 

"Tamam, bayan Blake ama bize ceza vermeyecek misiniz?"

İki küçük çocuğa ne cezası verebilirdim? Suçsuz olmalarına rağmen zaten birçok acı çekmişlerdi. Bu yüzden evden gidene kadar onlara iyi bakacağıma dair kendime söz verdim. Eşimi ve ailemi düşünmek istemiyordum ama bu ikizleri kendi çocuklarımmış gibi koruyacak sonra çok sevecekleri üvey annelerine teslim edecektim. Leydi Lavender

Bir an çocuklara bakarken cezalarını düşünüyormuş gibi yaptım ve sonra gülümsedim. "Sizi iyi bir kahvaltı ile cezalandırmak istiyorum," dedim kocaman gülümseyerek sonra oturduğum yerden hızla kalktım. Çocuklar kafaları karışmış halde bana bakıyorlardı. "Açsınız değil mi?" diye sordum sonunda. Bu kadın onları kahvaltı yapmamaya zorlamıyordu değil mi? 

Çocuklar başlarını sallayınca onları elimle yanıma çağırdım. "O halde gidip güzel bir kahvaltı edelim," dedim ve çocukların arkamdan geleceğine emin olarak odadan çıktım. Çok geçmeden iki çift ayak beni takip etmeye başladı. 

Merdivenlerden inerken en azından bir adım da olsa ilerlediğimi düşündüm. Çocuklarla iyi olmak Doktor ile de aramın iyi olmasına neden olacaktı ama doğrusunu söylemek gerekirse ikizlerle onunla aram iyi olsun diye değil yeniden çocuk gibi neşeli ve mutlu hissetsinler diye ilgilenmek istiyordum.

Merdivenden inince kokuların geldiği yeri takip etmeye başladım. Bu evin arkasından gelen eşsiz kokular midemin daha da acıkmasına neden olmuştu.

Mutfağa geldiğimizde içeride yaşlı bir kadının genç bir kızla beraber hızla kahvaltı hazırladıklarını gördüm. Evin hizmetçisi ve aşçısı olmalıydı. Geldiğim zamandan farklı bir ortama sahip mutfakta gözlerimi gezdirdim. Tencere ve tavaların asılı durduğu raflar. Masanın üstünde dumanı tüten bir somon ekmek o kadar güzel kokuyordu ki midem guruldamaya başladı. 

"Günaydın," dedim sıradan bir tavırla. Bu kadınların leydisiydim ama onlara böyle davranacak biri de değildim. Beden bir tuhaflık olduğunu öyle ya da böyle düşüneceklerse en iyisi olduğum gibi davranmaktı. 

Benim konuşmamla genç hizmetçi o kadar irkildi ki az daha elindeki tereyağı dolu tabağı az daha düşürüyordu. Korkudan açılmış gözlerle bana baktı. "Bayan Blake hemen kahvaltıyı istediğiniz gibi hazırlayacağız," derken kaçamak bakışlarla yanında duran aşçıya bakıyordu. Bu kadını romandan hatırlıyordum. Bayan Lavender'ın evin beyi ile olan birlikteliğine yardım eden karakterlerden biriydi ve şimdi ki tavrına bakarsa Addie Ruth'tan açık bir şekilde nefret ettiği belliydi. 

Dönüp bana baktığında gözlerindeki nefreti gizleme gereği bile duymadı. "Çok değil biraz sonra yeşil salonda kahvaltınızı hazır edeceğiz," dediğinde ona gülümsedim. Zaten masada her şey hazırdı. Birde odanın hazırlanmasını beklemeye gerek yoktu. Çocuklar peşimden gelmiş, aç gözlerle masaya bakıyorlardı.

"Hayır, odada hazırlamanıza gerek yok," dedim sakin bir ifadeyle ve sanki her zaman orada yemek yiyormuşum gibi mutfaktaki yemek masasına oturdum. Genç olanı hayretle bakarken yaşlı olan ise temkinliydi. Neyin peşinde olduğumu anlamak ister gibi bakıyordu. Aslında ben sadece bu evde gitme zamanım gelene kadar huzurlu yaşamak istiyordum. Bu kadın istediği kişiyi hanımı olarak görebilirdi

"Ama.. Ama leydim, burada yemeniz uygunsuz." Genç hizmetçi bir yandan endişeyle bana bakarken diğer yandan yemekleri götürmek üzere topluyordu.

"Hayır," dedim gereğinden fazla bir sesle. Genç hizmetçi bir an durup bana baktığında gülümsemeyi başarabildim. "Burada yemek yiyeceğiz," çocuklara döndüm ve onların hala oturmadıklarını gördüm. Gözlerimi devirmemek için kendimi tuttum. Onlarda burada yemek yememizin uygunsuz olmasından bahsetmezdi umarım.

Allan ellerini kabaca yontulmuş sandalyenin sırtlığına koydu. "Gerçekten oturabilir miyiz?" diye çocuksu merakıyla sordu. Kardeşi Clare ise gözlerimin içine bakıyordu.

Onlara güven verircesine gülümsedim. "Oturun ki güzel bir kahvaltı edelim." Neyse ki beni ikiletmeden hemen masaya oturdular. İki hizmetçinin dikkatli bakışları altında kahvaltı etmek zordu ama yine de masadaki yemekler dikkatimi dağıtmıştı. Harika bir tereyağı, bal, taze kaymak, baharatlı sosis ve yumurta vardı. Taze ve sıcak ekmek ise kesinlikle favorim olmuştu. İçtiğim çay yaşarken içtiğimden daha acımsıydı ama bunu da şeker ekleyerek yok etmiştim. Karnım doyduğunda karşımdaki sorunla daha iyi yüzleşebileceğimin farkındaydım.

Sonunda çocuklar sütlerini de bitirdiğinde oturdukları yerde kımıldanmaya başladılar.

"Kahvaltı yaptığımıza göre ne yapmak istersiniz?" diye sordum onlara.

Çocuklar önce birbirlerine baktılar. İki hizmetçide hala bizi izliyordu. Onlara bakmadım bile ama ikisini yanıma çekmek için daha çok uğraşmam gerektiğini anlamıştım. İçinde bulunduğum bedenin sahibi öyle kötü şeyler yapmıştı ki bunları düzeltmek tahmin ettiğimden daha fazla zaman alacaktı.

"Oyun oynamak istiyoruz," dedi Allan. Clare o ilk konuşmasından sonra hala tek bir kelime etmemişti. Onları zorlayamayacaktım. Şuan ne olduğuna anlam veremiyorlardı. İki çocuğu da zamanla kazanacağımı biliyordum. 

"O halde gidin oynayın. Yemeğe kadar vakit geçirin ama yemek zamanı ikinizde hazır olacaksınız," dedim bir tebessümle. İnsanlar bana böyle bakmayı bırakırlarsa anlayışlı üvey anne rolünü daha iyi oynayabilirdim ama hayır, kafamdan ikinci bir baş çıkmış gibi bana bakıyorlardı. 

"Kahvaltı için teşekkür ederim," dedim kalkarken. Sıcak ekmek arasına sürülmüş tereyağı ve balın tadı damağımdaydı. Yiyeceklerin taze olması ya da benim yaşadıklarımdan sonra çok aç olmam mı neden oldu bilmiyorum ama yemeğin neredeyse tamamını ben yemiştim. Başına ne gelirse gelsin yemeğe her zaman vakit ayıran insanlardandım bende. Kendi bedenim etine dolgundu ama bu beden sanki aylarca yemek yememiş gibi sıskaydı. Eh birkaç ay sonra kilo almış olurdu. Zaten sonrasında yolunu bulacak, buradan gidecektim. 

Mutfaktan ayrıldığımda rahat bir nefes aldım. İkinin bakışları gerilmeme neden olmuştu. İnsan bu kadar dikkatle incelenirken nasıl hata yapmadan yaşayabilirdi ki? Ama asıl artık iyi bir insan olduğumu kanıtlamam gereken kişi doktor Blake'ti ve onunla da eve geldiğinde konuşmaya niyetliydim. Kafamdaki planı uygun bir dille anlatacak aramızdaki durumu açıklığa kavuşturacaktım. İç geçirmeden edemedim. O adamla konuşmak kesinlikle zorlayıcı bir deneyim olacaktı. 

Evin arkasında olan mutfaktan çıkıp merdivenlere doğru yürürken sabahlığıma iyice sığındım. Kıyafetlerimi giysem iyi olacaktı. Yaşlı kadının beni o kadar süre süzdüğüne göre sabahlıkla evin içinde gezmek pek normal karşılanmıyordu. 

Ahşap basamakların ayağımın altında gıcırdamasını umursamadan kaldığım odaya geçtim. Yatak oldukça büyük olmasına rağmen oda küçüktü. Addie Ruth bu yatağı görünce kocasıyla paylaşacağını düşünmüş olmalıydı. Ama aralarındaki ilişki hiçte istediği gibi gitmemişti. Eh bu durum var olan hırslarını daha kötü etkilemişti. 

Gardırobu açtığımda lavanta kokusu birden burnuma doldu. Kıyafetlerin kötü kokmasını engellemek için dolaba bolca lavanta bohçası konmuş olmalıydı. Kadın karakterin ismiyle ne kadar da uyumluydu. Eminim ondan sonra Addie Ruth bu kokuyu almaktan nefret etmiştir. 

Elbiselerin içinden en sadece olan mavi elbiseyi giydim. Önden bağlanan bir elbise olduğu gibi şükretmekten kendimi alamadım. Giyinmek için birinin yardımını almaya hazır değildim. 

Aynanın karşısına geçtiğimde ise saçlarım için işler pek yolunda gitmemişti. Addie Ruth'un dizginlenemez dalgalara sahip bal rengi saçları vardı. Ne yapacağımı bilemediğim için saçlarımı ördüm ve aynanın önünde özen ile konulmuş kurdelelerden mavi olanı alıp saçımı bağladım. Başka yapabileceğim bir şey yoktu. 

Ondan sonraki saatleri iki katlı bir ev olan bu yerin tek tek odalarını gezmek oldu. Doktor oldukça  iyi kazanıyor olmalıydı. Eğer unvanı alsaydı olacağı kadar zengin değildi belki de  ama yine de oldukça varlıklıydı. Üstelik kendi çocukları olmamasına rağmen onların kendisini baba olarak bilmesini sağlamıştı. Sanırım bu gerçeği doktordan başka bir tek ben biliyordum. 

Saatler tahmin ettiğimden daha hızlı geçti. Daha bahçeye çıkamadan akşamın karanlığı eve vurmuştu. En sonunda yemek yemiş kendimizi gül odası adı verilen ve duvar kağıtları ile koltukların gül desenli olduğu odada bulmuştum. Akıl sağlığı yerinde olan hangi insan bu kadar gül desenini bir odaya sığdırırdı ki? Odaya bakarken insanın başı ağrıyordu. Bunları düşünürken gürül gürül yanan şöminenin yanında oturuyor dans eden alevlere bakıyordum. Göle aralık ayında düşmek en aptalca şeydi ve her ne kadar doktor büyü ile hasta olmamı engellese de üşüyordum. Romanda okumuştum hastalığın verdiği hasarı yok edebiliyordu ama var olan o acı bedende devam ediyordu.

"Sarah," diye seslendim içerideki çay servisini yapan hizmetçiye. Sabahki davranışım onun düşüncelerini değiştirmiş olmalıydı. Şimdi bana bakarken gözlerinde korku yoktu. İfademi daha da yumuşatmak adına gülümsedim. "Doktor için yiyecek bir şeyler hazırladınız mı? Muayeneden sonra eve karnı aç gelecektir." Eşimle babamdan öğrendiğim kadarıyla aç bir erkekle konuşmak kış uykusundan uyandırılmış bir ayı ile konuşmaya eş değerdi.

"Evet, dediğiniz gibi ona yemesi için salatalık sandviçlerinden hazırladık," yüzünde ufak bir gülümseme ile eline çay tepsisini götürmek için odadan çıktı. 

Ateşe biraz daha yaklaştım. Buraya alışmış gibi görünüyor olabilirdim ama bedenim şokun etkisiyle buz gibiydi. Tanrım... Buraya sıkışıp kalmıştım ve sevdiklerimi bir daha göremeyecektim. Ağlamam gerekiyordu ama gözlerimden bir damla yaş gelmiyordu bile kendimi neden bu kadar duygusuz hissediyordum. Bu bedeni hissediyordum, hareket edebiliyordum ama sanki her şeyden uzaklaşmış gibiydim. 

Nasıl bu kadar sakin kalabiliyordum?

Ama hatırladıklarımdan emindim. Ben Meryem Alaca'ydım ve okuduğum bir romanın içindeydim. Nefes alışverişim sıklaşırken şöminede yanan odunun düşmesiyle irkildim. Rüya ya da değil. Buradaydım ve panik beni çözüme götürmeyecektim. Doktorla anlaşmalıydım. Kendi hayatıma dönebilmek için hayatta kalmam gerekiyordu. Her zaman bu evde kalamazdım. Elbet dışarı çıkmalı ve insanlarla iletişim kurmalıydım. Addie Ruht davetlere katılmayı seven biriydi. Her ne kadar doktor bir kere bile ona eşlik etmese de insanların arkasından konuşmasını umursamadan davetlerde boy gösterirdi. Bu kadar sığ bir kadının bedeninde uyanmak zorunda mıydım sanki?

Neden bu olayın başıma geldiğini bile bilmiyordum. Tek bildiğim hayatta kalmak ve sevdiğim insanlara geri dönmekti.

"Bu saatte hala uyanık mısın?"

Kapının girişinden gelen gür sesle irkildim. Bu adamın sesi neden irkilmeme neden oluyordu. Belki de aynı evin içinde eşimden farklı bir adamın bana seslenmesinden kaynaklanıyor olabilirdi. Doktor Blake, gittiğinden daha yorgun bir halde geri gelmişti. Gömleğinin yakası açılmış, saçları ellerini sayısız kez aralarından geçirmiş gibi dağılmıştı. Gözlerinin içine baktığımda mavi gözlerindeki bıkkınlığı gördüm. Bende hayatımı değiştirmeye karar vermeden önce aynalardan kendime böyle bakardım. Yolun sonuna gelmiş, umudunu kaybetmiş biri gibi ama benim yanımda güçlü bir destekçim vardı. Onu düşünmek nefesimi kesmişti. Hemen aklımın gerisine ittim. İrademe ihtiyacım vardı.

"Seni bekledim, " derken yerimden kalktım. Bir eli kapıda duran Henry'e tebessüm ettim. Bu onun kaşlarının çatmasına neden oldu. Nefesimi bıkkın bir halde vermemek için kendimi tuttum. Bu adam insanı kanser ederdi. Yine de gülümsememi bozmadan karşımdaki koltuğu gösterdim. "Gelip biraz oturmaya ne dersiniz doktor."

Benim teklifimle vücudu gerildi. "Hayır, yatsam iyi olacak. Sana da yatmanı öneririm. Çocuklardan sonra kalkman hiç hoş değil."

Başımı ağır ağır salladım. "Merak etme sana yemek hazırlattım sonrasında yatacağım," dedim. Önce aç aslanın karnını doyurmalıydım. Yine de bana tedbirli bakışlarla bakıyordu. Yemek fikri onu cezbetmiş olacak başını sallayıp odada ki koltuğa doğru ilerledi. Az önce oturduğum koltuğun karşısında ki yere oturup ayaklarını ateşe doğru uzattı. 

"Yemeğini getiriyorum," dedim onun yorgun haline bakarken. Bu adam üstlendiği sorumluluklar arasında bocalıyordu. 

Başını çevirip bana baktı. "Sarah getirebilir sen yatağa git," dedi emredici bir tonla. Sadece başımı sallamakla yetindim. Onunla inat edecek halim yoktu. Önce yemeği getirecek sonra planlarımdan bahsedecektim. Nefret dolu bir adamla aç karnına konuşamazdım. Mutfağa gitmek için sessizce odadan çıktım. 

 
 
 

Opmerkingen


Subscribe here to get my latest posts

© 2035 by The Book Lover. Powered and secured by Wix

  • Facebook
  • Twitter
bottom of page